Sert esen rüzgâr incecik montunu delip geçip içine işliyordu.
Artık bu kadar beklemenin fazla olduğunu düşünüp ayağa kalktı, buluşma saatini yarım saat geçmiş olmalıydı. Kırışmış olan pantolonunu düzeltip terk edilmiş görünen yapının kapısını aralayıp içeri girdi.
İlk gördüğü şey sis oldu, ardından kapı arkasından kapandı. Bu rüzgârdan olamazdı, burada o kadar sert esmiyordu. Kesinlikle bir insan kapamış olmalıydı. Clary’nin eli belindeki hançere gitti, daha sonra vazgeçti, çünkü düşmanıyla yüz yüze görüşmeyi tercih ederdi. Artık sis yavaş yavaş çekilmeye başlıyordu. Clary her köşesi birer ampulle aydınlatılmış kare biçiminde bir odada olduğunu gördü. Aslında pek oda denemezdi, daha çok küçük bir depoya benziyordu. Tam karşısında asma bir kat vardı, ama üstünde kimse yoktu. Clary’nin içinde bir şeyler kıpırdandı, kendini köşeye sıkışmış vahşi bir hayvan gibi hissetti. Bu hissin nasıl olduğunu biliyordu, en azından bildiğini sanıyordu. Hayvan avlarken onların gözlerinde değişik bir pırıltı vardı. O pırıltının kendisinde de olduğunu düşündü dehşet içinde. O duygularını belli etmemekte ustaydı, bu tür şeyler kendini zayıf görmesini sağlıyordu. Sonra buraya neden geldiğini hatırladı, buraya kız kardeşini bulmak için gelmişti. Hapishaneden-pardon, okuldan eve geldiğinde masasının üstünde bir not bulmuştu. Üstünde şunlar yazıyordu:
Eğer kız kardeşinizi bir daha görmek istiyorsanız sokağın köşesindeki binada buluşalım.Clary böyle notları daha önce de görmüştü, genelde korku filmlerinde olurdu. Normal bir insan olsa bunlara gülüp geçer, notu buruşturup çöpe atardı. Ama o bir melezdi, yani onun dünyasında canavarlar vardı, dolayısıyla her şeye inanabilirdi. Ve işte buradaydı, bir sazan balığı gibi tuzağa kapılmıştı. Düşüncelerinde kurtulmak için silkelendi, yapması gereken bu değildi. Tam bütün ışıkların aydınlattığı noktaya geldiğinde gölgelerin arasından bir şey atıldı, atılmıştı çünkü fırlayamazdı, pelteye benziyordu.
“Beni korkutmanız için daha iyisi gerekecek!” diye bağırdı açıklığa. Gerçekten daha iyisi gerekiyordu. Ardından donup kaldı. Çünkü oraya atılan bir insan bedeniydi, bunu görmesi için gözlerinin karanlığa alışması gerekmişti. Ancak onu durduran insan olması değildi, o ölüydü, o Clary’nin kız kardeşi, Nerissa’ydı. Kanlar içinde ve hırpalanmış.
Boğazından korkunç bir çığlık koptu. Öyle ki kendine inanamadı. Bir an için hayal gördüğünü sandı, çünkü o ölmüş olamazdı, ölemezdi… Fakat sanki kader ona meydan okurcasına onun cansız bedenini gözlerinin önüne atıyor, onu üzüntüden öldürmeye çalışıyordu. Bunları düşünürken arkasından bir çıt sesi geldi. Çıt sesi onu düşüncelerinden arındırmıştı, Clary bu sesi çıkarana neredeyse teşekkür edecekti. Arkasını döndüğünde olabildiğince sessiz yürümeye çalışan lakin bunu başaramayan beceriksiz bir insan gördü. Sadece bir insan. O kadar sessiz dönmüştü ki, adam ayağına bakmaktan onun döndüğünü anlamamıştı. Son anda kafasını kaldırdı, ve Clary onun nasıl biri olduğunu gördü. Kahverengi gözlerinden endişe okunuyordu. Dudakları ince bir çizgi halindeydi, karmakarışık siyah saçları kafasında adeta kuş yuvasını andırıyordu. Uzun boylu olduğu eğildiğinde bile anlaşılıyordu, çok güzeldi. Ancak güzelliğin aldatıcı olduğunu birçok yerde görmüştü. Işık hızında belinden hançerini çıkarıp adamın boğazına doğrulttu. Aralarındaki mesafeye rağmen adamdan yayılan korkuyu hissedebiliyordu.
“Bunu. Sen mi. Yaptın.” Tane tane konuşuyordu, eğer bağırsaydı adamın irkileceğini biliyordu. Adam yavaşça doğruldu. Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp tereddüt edercesine gülümsedi.
Bu ne cüret! “Sence bu gülünecek bir an mı?!” diye bağırdı Clary tüm gücüyle. Ardından hiç tereddüt etmeden adamın boğazını kesti, etrafa kan saçıldı. Adamın canıyla beraber Clary’nin içinden küçük bir parça yok oldu, içinin burkulduğunu hissetti. Bir
insan öldürmüştü, ne canavar, ne de başka bir şey. Dizleri artık onu tutmuyordu, yere çöktü. Ardından beş yaşından beri yapmadığı şeyi yaptı; elleriyle yüzünü örtüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Not: Kısa görünüyor ama Word'de daha uzundu.