Isabella Serena Lively Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 1
| Konu: Isabel. C.tesi Şub. 25, 2012 6:19 pm | |
| Başını arkaya attı ve gümüşi bir denizde akan karanlığa baktı. Cılız ışıklar, sanki yeryüzünü son kez aydınlatıyordu büyük bir ihtişamla. Gözleri esir olmuştu karanlığa onlarca yıldız gibi. Sonsuzluğa… Isabella vazgeçmişti. Belki sonsuzluktan, belki de saklı gelecekten. Ne olacaktı? Sonsuzlukta sönük, kaybolmuş bir yıldız mı, yoksa geleceğin aynası mı?
Suyun yerlere çalan hışırtısı kulaklarda kalıcı bir iz bırakırken, benliği vücudunu okşamıştı rüzgarın tatlı esintisiyle. Saçlarını biran olsun rahat bırakmayan rüzgara rağmen, uyanmak istemiyordu sanki, gözlerini tekrardan kötü olaylara açmak istemiyordu. Başında büyük bir ağrı ve içinde uyanması gerektiğini söyleyen hissi bir kenara atarken, doğa tekrardan canlanıyordu. Kuşların cıvıltılarıyla güzelleşen gün, suyun melodisiyle birleşirken, donuk bir orkestranın müziğini oluşturuyorlardı. Güneşin yakıcı ışıkları altında göz kapaklarını daha da sıktı ve meleksi yüzü gerildi. Kör edecek kadar parlak ve zaferle, belki de ölümün soğuk nefesinin ardında saklanan bir yüzmüş gibi açtı gözlerini. Gökyüzü mavinin en güzel tonuna bürünmüş, güneş aydınlatmıştı zarafetle. Etrafına bakındı hızla ve doğruldu vücudundaki tüm kasılmalara rağmen. Toprak altında ıslanmış ve kokusuyla onurlandırmıştı havayı. Yeşile bürünmüş çehre hayrete düşürecek kadar güzel ve bir o kadar da sahteydi. Sahte Cennet…
Ah şu düello zımbırtısını haber vererek yapsalar ne kaybedeceklerdi ki? Her şekilde çaresizliğe ve zorluğa batıyorlardı çırpındıkça, daha da alaşağı etmeye çalışıyordu onları her şey. Saçlarının arasına karışan toprak parçalarını tekrardan salarken, engel olamamıştı huzursuzca söylenmelerine. ‘’Bari bir silahım olsaydı.’’ Adımlarını sertçe yerde sürerken, toz zerrecikleri rüzgarla buluştu ve savruldu göğe doğru. Parmaklarını gözlerine doğru götürürken dudaklarını sımsıkı kenetledi birbirine, çıkacak yeni huzursuzca bir söze karşı. Sadece 1 gün sürecekti ve geceyi düşünmek istemiyordu bile. Soğuk ve sığınacak bir yer… Ah. Ne yapacaktı? Soğuk bir hava dalgası daha bedenine vururken, koruluğa doğru bir adım daha attı.
Düello’nun sonucu onu üzmeyecekti hiçbir zaman, sadece James’i kaybetmekti en büyük korkusu. Belki girmemeliydi, riskleri göze alamayacak kadar büyüktü sevgisi. Ama şimdi… Geri dönüşü yoktu ve asla Athena’yı küçük düşüremezdi. Derin bir nefes aldı ve ihtiyacı olan onlarcasını. Düşüncelere yer yoktu. Gece’yi geçirmek için bir yer bulmalı ve görünen yüzün arkasına bakmalıydı. Güneşin ışıklarıyla süslenmiş çiçekler güzel ve bir o kadarda tehlikeli gibiydiler. Parmakları yerdeki dal parçasına ilişince, homurdandı ve bir çiçeğin tomurcuklarının açtığı yere doğru hızla bastırdı. Kırmızının en güzel tonuyla süslenen çiçek usulca sönmeye başladı ve dalı zehriyle sardı. Hiçbir şey adil olmayacaktı anlaşılan, kurallarına göre oynanması gereken bir oyun… Sis bir karanlık gibi bir anda çehresini sarmış ve görüşünü bulanıklaştırmıştı. Rüzgarın esintisi bir nefes gibi etrafa savrulurken, şiddeti yetmemişti göğü sarsmaya. Attı adımlarını karanlığa doğru. Özlüyordu. Hem de çok. Belki de korkuydu bu. Sevdiğini bir daha hiç görememek ve… Sözleri boşluğa bir hava gibi dağıldığında kötü olan her düşünceyi reddetti. Elindeki dal parçası toprakta kalıcı izler bırakıyor, soğuk dondurucu bir hal alıyordu daha da. Dört bir yanını saran ağaçlar, dallarını usulca bükmüşlerdi tanrılara doğru, dua edercesine. Boğazından aşağıya doğru süzülen yakıcı his ve su isteği daha da yoğunlaşırken, nefes almakta zorlanıyordu kimi zaman. Arkasında duyduğu çıtırtıyla irkildi ve yürümesine devam etti usulca. Olduğu yerde tek sorun aç ve susuz kalması değildi. Doğanın sessiz canlılarını da hesaba katmalıydı. Panterler, yılanlar, parslar… İçindeki ürperti daha da yükseldi ve korkuyla birleştiğinde garip hissetmişti bir şekilde.
Etrafı bulanık bir şekilde kayıyor ve yenileri geliyordu. Parmak uçlarından yukarıya doğru çıkan sızı, artık koşmasını engelleyecek kadar güçlüydü. Labirent gibi, nereye gitse sadece aynı yerde dönüyormuş gibiydi. Ya da farklı zamanlarda… Artık soğuk o kadar da kötü gelmiyor gibiydi, parmaklarını birbirine sürttüğünde. Yapraklara biriken suya dokundu ve acı duyduğu dudaklarını nemlendirdi. Kuru soğuk ellerini ve dudaklarında çatlak küçük kızıl çizgiler açsa da umarsız ve acıya kayıtsız kaldı bir kez daha.
Güneş gökte usulca kayarken, gündüzün göğe teslimiyetine az kalmıştı ve sığınacağı bir yer bile yoktu. Başını usulca salladığında, dalgaları yüzünü süsleyerek hareketlendi sesleri dinlerken. Bir şey çırpınıyormuş gibi ve kurtulmaya çalışıyormuş gibi… Hızla arkasını döndü neyle karşılaşacağını bilemeden. Gözleri çehreyi sarmaladığında, baykuşun yılana yem olmak üzere olduğunu gördü. Yılan iri ve hedefini sertçe sarmıştı. Ne yapacağını bilemeden öne doğru atıldı ve duraksadı. Yılanlardan her zaman korkmuş olsa da baykuş annesinin simgesiydi ve bir canlının bu şekilde ölmesine izin veremezdi. Temkinli olmalı ve kontrolsüzlükten uzak durmalıydı. Bu geceyi canıyla ödeyebilirdi aksi takdirde. Etrafındaki gölgelerden sakındı kendini ve hızla yerdeki sivri dal parçasını aldı. Rüzgarın dokunuşu her hareketini saklamak ister gibi, usulca sürdü adımlarını yerde. Ne yapacağından tam olarak emin olmasa da işe yaramak zorundaydı. Baykuşun donuklaşmış hareketleri ve teslimiyet havası duraksatmıştı Isabella’yı. Gözleri… İrisleri büyümüş ve donuk ay şeklini almıştı. Bir çekim gibi… Büyüleyici. Tereddüt etmeden elindeki dal parçasını keskin bir kılıç gibi var gücüyle gövdesine bastırdı ve tıslamasıyla hareketini izledi. Geriledi ve daha da geriledi. Baykuşu kurtardı, yılan artık sadece avlanmayı amaçlamıyordu. Can almayı istiyordu. Adımlarını temkinle dolaştırdı yerde. En küçük bir hata bile ölümüne sebep olabilirdi. Düşüncesi bile ürpermesine yetse de dikkatini dağıtmamaya özen gösteriyordu. Her sesi dinledi. Akarsuyun, okyanusla birleşmesi, rüzgarın değişen bozuk melodisi ve sesler… Gittikçe çoğalıyordu. İşte bu sefer bir planı yoktu ve geceyi geçirebileceği bir yer... Gök, güneşin ölümüne yaklaşmış ve bir mum gibi sönmeye hazırlanıyordu. Elindeki zehirli silahı daha da sarmaladı ve öne doğru hızla hamle yaptı. Küçük bir sıyrık ve daha kızgın bir yırtıcı. Dili zehriyle havayı içinde tutsak bıraktı büyük bir tehditle. Ağrıdan kasılmış parmakları ve yorgun bedeniyle sert bir hamle için gerilmiş vücudu bir yay gibi öne fırladı ve başına doğru sertçe bastırdı silahını. Bedenini ürperten, ve acısını yaşamasına izin veren bir hamle. Yılanın aldığı darbe öldürücü değildi ve etkilememiş gibiydi onu. Silah olarak kullandığı dal parçasına doğru derisini sararken tuttuğu yere daha da yaklaştırmıştı zehrini. Soğuk bir esintiyle irkildi ve elindekini su birikintisine doğru fırlatarak hızla geriledi. Korkuyla.
Bedenindeki ürperti ve acı hala geçmemiş, içine doğru süzülen ağrıyı düşünmemeye çalışıyordu. Yorulmuş ve üşümüştü. Ellerini yere uzattı ve ölmemiş olmasını dileyerek parmakları arasına sardı küçük kuzgunu. Gözlerine perde inmiş ve ışığı sönmüştü. Küçük kalbi titrek ve her şeyden korkarcasına attı bir kez daha. Kırılmış kanadı üzerinde parmağını dolaştırdı ve bir kayanın arkasına yaslanarak soğuğa doğru sabitledi kendini. Siyah tişörtünün ucundan bir parça kopardı ve dikkatle kanadını bedenine doğru sardı. Artık daha az acı duyacaktı, iyileşme sürecini tamamlarsa. Güneş göğü tehdit edercesine saklanmaya çalışır gibi kayboluyordu yavaş yavaş. Kızıl ve ölümün rengini alarak…
Önüne yığdığı dal parçaları bir yükselti gibi önünde duvarlar örüyordu. Bir şekilde güvenli ve sıcak hissetti. İki taşı parmaklarının arasında kavrarken küçük kuzguna baktı ve iyileşeceğini düşündü. Ölmeyecekti. Taşı birbirine sürttü ve parmakları güçsüzmüş gibi büyük hareketlerden kaçındı. Kasılan parmakları daha da acırken birkaç deneme sonrasında başarabilmişti ateşi yakmayı. Parmaklarını ateşin üzerine doğru daha da yaklaştırırken bedenini saran ağrıya titreyerek karşılık verdi. Elinin üzerinde oluşan küçük iki iz, önemsiz gibi gözükse de can yakıcıydı. Bir yere sürtülmüş gibi değil de… Zehir. Soğuk terler bedeninde keşifle dolaşırken, bir titremeyle daha sarsıldı. Parmakları arasına alırken küçük kuzgunu ne yapacağını bilmiyordu. Çok küçük bir sıyrıkmış gibi gözükse de değildi, en azından tüm zehrini yayması için. Daha önce fark edebilseydi bile ne yapabilirdi ki? Pişman değildi ya da üzgün. Sadece korkuyordu. Geri dönemeyeceğinden ve sevdiği erkeği bir daha asla göremeyeceğinden. Yaşlar, yağmurdan kalma bir damla gibi yüzüne dökülmeye başlamadan önce hızla dağıttı karanlığa doğru.
Ateşin parlak korları geceyle bütünleşirken, ay usulca gecenin derinliklerine doğru sarsıldı ve şiddetle kayboldu saklananların ardına. Geceye karışan ve ayaklanan vahşi doğa, Isabella’nın ağrısı yanında dikkat edilmesi az bir şey olarak kalıyordu. Parmağındaki sızı ve zehrin içine aktığını bir kez daha hissetti ve güçsüzlükle dizlerinin üzerine çöktü. Bedenini saran ağrı, uyuşturucu bir etkiyle esir almıştı son karanlığı da içine. Athena’yı hayal kırıklığına uğratmadığını biliyordu. Ölümü göze alırken bile. Toprağın üzerine usulca kayarken gözleri büyük bir ışık huzmesinin altında titredi ve irisleri son kez canlandı. Belki bitmişti. Belki de sondu. James…
| |
|
Pandora Monica Chase Mod & Afrodit Kızı & Kulübe Lideri
Mesaj Sayısı : 123 Lakap : Benim hiç lakap takanım olmadı, anne.
Karakter Bilgileri Statü : : Moderatör
| Konu: Geri: Isabel. C.tesi Şub. 25, 2012 6:28 pm | |
| - GÖRÜNÜŞ -Renklendirme - 5 Paragraf Düzeni - 10 Noktalama Kuralları - 3 Yazı Düzeni - 9 Uzunluk - 10 -ANLATIM-Betimleme - 20 Kurgu - 20 Akıcılık - 20 -TOPLAM-97 Okurken imla hatalarına ve iyelik ekleri konusunda yapılan yanlışlıklara rastladım. Gene de roleplay'in, okurken çok ilgimi çekti. Rp puanınız; 97. - Spoiler:
Puanınızı aldığınıza göre, rütbe seçimlerinden başvuru talep edebilirsiniz. İyi forumlar dilerim.
| |
|