....Belki derin vahşeti görürdü matemli gecede kaybolmuş kıza bakan, belki sadece aç bir hayvan. Avın cezbedici kokusu aynı mı olurdu dışarıdan bakan için? Baş döndürücülüğünü kaybeder miydi? Dudaklarında bulanmış leziz, koyu kan iğrendirir miydi ya da? İçindeki canavarı reddeder miydi umutsuzca? Bu duyuların baskınlığında hayatı yaşamak bir yana, düşünmek bile istemeyeceğini biliyordu. Sıkıca kavradığı adamın solgun, cılız bedenini bir paçavra gibi yerde yatan eşinin yanına fırlattı. Kuzguni saçları bir kırbaç gibi tenini hırpalayan rüzgarda savruldu. Kabaran sonsuz iştahı bir anda sönüvermişti; yerde savunmasız, adeta cansız yatan çifte doğrulttu kara gözlerini.
Boğuk inlemeler kulağına çalındı.
Her defasında derin bir zevk veren, avından daha üstün olduğunu sertçe hatırlatan bu iniltiler, bugün canını sıkıyordu. En iyi yoldaşı, uzun ömrünün tek ışığı Ay, bugün içini kasvetle sarmalıyordu. Sonsuzluğa uzanan yaşamının her gününü kendine taparak geçiren bu genç kız, bugün yapamıyordu; yapmak zorunda olduğu, yapmaktan haz aldığı şey bugün ona fazla geliyor, adeta iğrendiriyordu. İmkansızlığın verdiği boğucu his, aldığı kuru nefesle boğazında takılı kaldı. Yutkunmakta zorlandı; yakıcı his ciğerlerinin en ücra köşelerine kadar taşınıp canını acıttı.
Karanlık gecede hızla irkildi.
Resesif hislerinden geriye kalanları bulmak için yıllardır ümitsiz bir çaba içerisindeydi. Durum, en depresif hissettiği anlarda çaresiz görünse de, taşı toprağı bir, kuru yaprakların sarmaladığı, derin sırlarına ev sahipliği yapan bu sessiz ormanın ortasında hissetmişti işte; acı. Bu arir, yaban duygudan hoşlandığı barizdi; acı çekmeyi sevdiği kadar çekirmekten de zevk aldığı o kısacık zaman döngüsü bir film şeridi gibi geçti gözlerinden. Yıllar yılları öyle bir kovalamıştı ki bu ızdıraba muhtaç olmuştu. Ağzı, düşünceleri kadar bocaladı; dudaklarının kenarları yavaşça bükülürken kendi kendiyle alay etti benliği. Akrebin yelkovanı kovaladığı bu sonsuz yarış süresince sırıtmayı bile unutmuş olmasına göz devirdi.
Tebessüm etme gereğii duymamıştı ki!
Bir zamanlar mazoşist duygularının dominant olduğu, niteliksiz, plastik bebeklerle, çocuksu ve masum duygularla gecesini gündüzüne kattığı o akıl almaz hayatını hatırlar gibi oldu. Abartılı, kuru bir kahkaha patlattı; bu sahte sesin titreşimleri ağaçlarla çevrili geniş alanda sonsuzluğa yankılandı. Geçmişinden iğrendiğine kendi kendini ikna etme gibi çaresiz, anlaşılmaz bir çabaya girişti. Ne kadar aptal ve avare olduğunu kafasına yerleştirebilmek için gereğinden fazla uğraştığını fark edince düşünceleri istemsiz bir dürtüyle kelimelere döküldü.
“Saçmalık.”
Ama bu yoğun, taze anılara sırtını dönemiyordu işte. Buz kadar soğuk, güz kadar solgun tenine dökülen bukleleri kulağının arkasına attı. İçine çektiği kederli nefesle burnuna çalınan av kokusu sanki sıradan biriymiş gibi, sanki karanlığın tutkunu, vahşi bir yaratık değilmiş gibi midesini bulandırıyordu. Karşısındaki manzara kendisiyle gurur duymasına değil, yerin dibine girmesine neden oluyordu. Çattığı kaşlarıyla kuzguni çehresinin üzerinden parlayan gözleri kısıldı. Duyguları vahşi bir elektrik akımı gibi vücudundan geçiyordu. Bir an kahkahadan kırılmak geliyordu içinden; annesinin verdiği şeker ve koca bir öpücükle dünyası aydınlanan küçük bir kız çocuğu gibi. Hep hayalini kurduğu, asla hayatına sahip olamadığı o küçük kız çocuğu. Ve bir de bakıyordu ki, matemli yaşlara bürünüyordu parlak gözleri; tıpkı şekeri gibi annesi de elinden alınan küçük bir kız çocuğu gibi.
“İşte bu hayata sahiptim.”
Peki tüm bunlar neyin nesiydi? Alışkanlıkları ve yatkınlıkları hiç bilmediği yollara sapmış, ani duygu selinde ölesiye boğulmuş, derinlere gömdüğü hüzünlü anıları durgun su yüzeyine çıkmıştı; sırtüstü kapakladığı o su yüzeyi. Aşina olduğu tüm duyguların birdenbire değişmesi normallikten fazla uzaktı. İçinde kabaran öfkeyi haksız bulmuyordu; kendini bildi bileli yeniliklere ve alışkın olmadığı şeylere sıcak bakmadığını biliyordu. Ama bu bardağı taşıran damla tanımına birebir uyuyordu. Hararetli nefes alış verişi şişip inen göğüsünden belli oluyordu. Geriye doğru birkaç adım atarken dudağını kemiriyor, şaşalamış olan benliğini çaresizce sorguluyordu. Adımları seyrekleşip sendelemeye başladığında bedenini yalayıp geçen rüzgarın hareketlendiğini garip de olsa hissediyordu. Paniğe kapılma nedenlerinden sadece biriydi bu; dönüştüğü günden bu yana kaderi karantinaya alınmış gibi hissediyordu; doğaya, fiziğe, hayata aykırı bir semboldü o. Biliyordu ki evrenin geri kalanı için ölen, ölmeliydi. Ölmeli ve son yolculuğuna uğurlanmalı. İçine buruk, derin nefesler çeken biri ölü olur muydu? Akla, mantığa sığar mıydı bu?
Yaşayan bir ölü. Masum görünüşlü bir canavar.
Başta aldırmadığı hareketli rüzgar şimdi hararetli bir fırtınaya dönüşmek üzereydi. Sık ve uzun ağaçların dallarından kurtulmayı başaran seri yağmur damlaları sarı bukleleri ıslatıp toprağı boyluyordu. Yapraklar, sanki artlarından ketum bir felaket kovalıyormuşçasına dört bir yana saçılıyordu. Ayağının altındaki toprağın hareket ettiğini hissedinceye kadar etrafında olanları umursamadı. Yerde 4. derece yara ve ısırıklarla yatan Calpio çiftinin göz önünde yok oluşunu da umursamadı. Keskin rüzgarın taşıdığı boğuk ve güçlü uğultuları, titreyen yer tabakasını da.. Dünyasını soyutlaştıran bu değişiklikler uzun bir süre dikkatini çekemedi. Ta ki o parlak ışık huzmesi gözüne takılıncaya kadar. Bedeni benliğiyle birlikte çekilirken midesi altüst olmuştu. Yerkürede oluşmaya yüz tutmuş çatlağın üzerinden hızla atladı; hiçbir şeyin onu durdurmasına izin vermeyeceğini biliyordu. Adımları hızlandıkça ışıltı gözlerini kamaştırmaya devam etti. Ta ki ışığa uzanıp katı yüzeyi soğuk parmaklarında hissedinceye kadar.
Bu kolyeyi biliyordu.
Dünya ters istikamette dönmeye, sonsuz boşlukta çekilmeye devam ederken elindeki kan kırmızı yakuta dikti gözlerini. Göz kapaklarının kırpışması görüşünü bozmuyordu. Bu kolyeyi biliyordu, tanıyordu. Peki bu ne anlama geliyordu? Yakut kolyenin soğuk zinciri teniyle buluşunca irkilmeden edemedi; bu düşünebileceğinden çok daha fazla anıyı geri getirmişti beraberinde. 8. yaş doğum gününden eski ve mutlu kareler gözlerinde canlanırken eli solgun teninin üzerindeki eflatun taşa yöneldi. Parmak uçları soğuk yüzeyle buluşunca gözünden dökülen bir damla yaş yanaklarından süzülüp damla motifi taşın üzerine düştü. Sağ eliyle sıkıca kavradığı yakut kolyeyi yavaşça omuz hizasında kaldırdı.
Deanerys'in kolyesi olduğuna emindi.
Gerçekliği soyutlaşmaya devam ederken yakut motifini önce kalbinin, sonra da mavi eflatun kolyesinin üzerine götürdü. Etrafında yaşananların getirdiği kulak acıtan gürültüler, dingin sessizliğin karmaşasında boğuluyordu. Keskin uğultular boğuklaşarak uzaklaştı da uzaklaştı. Suskundu ortalık; düşünceleri kadar. Ruhu kadar. Bir heykel kadar sabitti durduğu yerde; bir heykel kadar taş, bir heykel kadar soğuk. Karartılar somutlaşmaya devam ederken tek yapabildiği şey, yaş gözlerle kız kardeşinin kolyesine bakmaktı. Görüşü bulanıklaştı, dünyası karardı, mavi gözler sonsuzluğa kapandı. Sessiz fısıltı kulağına çalındığında, her şey için çok geçti artık..
"Daenerys.."
|*|
Boş ciğerlerini tozlu, hafif nemli havayla doldurdu; daha sonra pişman olacağından habersizdi. Odanın rahatsız edici havasını solumuş olmanın verdiği berbat hisle durmaksızın öksürmeye başladı, ne kadar da havasızdı burası böyle! Ani bir dürtüyle ayağa kalkıp solundaki camı güçlükle açtı. İçeriye doluşmaya can atan ferah esintinin yüzünü yalayıp geçmesine izin verdi, temiz oksijeni çekti içine. Bulunduğu odaya göz gezdirerek sessizliğin ahenkli soluğuna kulak kabarttı. Camlardaki ışık yansımaları daha parlak görünüyordu sanki; kusursuz, hiçbir zarar getireceği tehlikesi olmayan bir gün. Hayatın ona verdiği bu tat en güzeliydi, çünkü kendi güzelliği içinde, katıksızdı. Odanın içine süzülen ışık, içerideki bütün eşyaları çirkinliklerinden sıyırıp atarak onları arındırmıştı sanki.
Ne yani, bir rüya mıydı tüm yaşananlar?
Sık sık başına gelen bir şeydi bu; rüyaları vahşi, kalıcı, gerçekçi olurdu. Aradaki farkı çoğu zaman anlamaz, anlayamazdı. Gerçekliğin farkına varmanın verdiği rahatlama ve huzur duygusuyla geri döndü yatağa. Sadece uzanıp yatmak, uyanık olmak ve düş kurmamak güzeldi. Yalnızlığının kalabalığında bütün gün küçük evinin içerisinde oturup kitap okumanın, film seyretmenin sonucu, geceleri gevşemiş, sanki kuvvetten düşmüş gibi yatağa serilmekti; sonuç tabi ki kötü bir uykuydu. Bir de tüm bunlar kana olan açlığıyla harmanlanınca, karmakarışık düşler görmeden bir gece geçiriyor muydu, bilmiyordu. Pozitif düşünceler içinde uçuşup parıldıyor olmak hoştu; hayatın bu yeni tadına kucak açtı hemen. Eskiden uzadıkça uzayan, bitmek bilmeyen düşler görürdü ve kendisini rahatsız ederdi bu. Budalaca işler peşinde koşar, daha budalaca tartışmalara girer, en can sıkıcı, yavan işlerle uğraşırdı. Sıradan bir insan yaşamına sahip olmak gibi.
Sıradanlığa bile laik olamamak gibi.
Düşleri bütün çıplaklığıyla daha uğursuz önsezilerle doluydu. Bazıları da ürkütücüydü. Son rüyası gibi. Gözlerini sıkıca kapattı; düşündeki imgelerin uçup gitmesini bekliyordu, her rüya karakterine olduğu gibi. Ama gitmiyordu nedense. Derin bir nefes alıp verdi, gözkapaklarını açık tutabilmek için çabaladı.
'Bir şeyler farklı.' diye düşündü içinden.
'Bir değişiklik var. Bir şeyler değişti.' Beyninin 73’te 2’si bu ısrarcı dürtüyle sarsılırken görüşü de bu bastırılmış düşünceleri destekledi. Şimdi farkına varmıştı da, her şeyin gözünde daha güzel, daha farklı, daha net, daha arınmış görünmesinin nedeni, görüşünün keskinleşmiş olmasıydı. Renkler ve detaylar o kadar baskındı ki, şuan gördüğü her şeyi en ince ayrıntısına kadar resmedebilirdi. Renkler parıl parıldı, coşmuşlukları gözlerini boyamış, sinsi karanlığı maziye gömmüştü.
Dönüşmeden öncesini hatırlatmıştı bu.
Cadı olduğu zamanları. Sadece bir cadı. Cana susamış, kana aç, katil bir canavar değil, güçlü ve masum bir cadı. Aynı cümleyi sesli kursaydı kendisini camdan atabilirdi. Bunu düşünmekse, midesinde bir bulantıya sebep oldu. Mumların kokuları etrafa yayılırken kız kardeşiyle o konuşmaları, duydukları tekrar tekrar anılarında canlandı. Annesinin ferahlatıcı, fesleğene çalan keskin parfüm kokusu çalındı adeta burnuna. Minicik avuçlarıyla güçlükle sarmaladığı eflatun kolye.. Gözlerini kapadı ve açtı. Kolyesini görebiliyordu, hemen yanındaki komidinin üzerinedeydi.. Başta ikizinin imgelerini hayatından çıkarmak zorunda olduğunu hissetmişti, ta her şeyin en başında. Ama yaşananlar düşüncelerindeki doğru ve yanlış anlayışını öyle bir yere sürüklemişti ki, şimdi onu hatırladığına sevinmişti. Kolyeyle uzun bir süre bakıştıktan sonra yataktan kalktı. Ta ki parlak imge gözüne ilişinceye kadar. Olduğu yerde dondu kaldı. Odak noktası seyrekleşti; düşünceleri de bir o kadar keskindi. Eğer yaşadıkları, hisleri, gördükleri, her şeyiyle bir rüyaya gömüldüyse, Deanerys'in kolyesi favori halısının üzerine ne arıyordu?
"O burada.." aklı başında son düşüncesiydi.
Ve karanlık..