Pink Lights.

Gökyüzü kara bulutları kabarık koltukları üzerinde misafir edip kollarken, bu durumu kıskanan güneş onları itiyor ve kendini açığa çıkarıyordu. Kulübesinin perdelerini, usulca kapattı Pandora. Karanlığın tekrar esir aldığı kulübe, bir Afrodit kızına hiç yakışmıyordu. Son günlerde yaşadıkları, kamptaki tahtının sallanmasına sebep olmuştu. Endişeyle bir iç geçirdi. Aniden uzaklara kaçıp gitme isteğini zorlukla bastırdı. Ellerini beline koyarak, arkasını döndü ve kulübenin geri kalan kısmına göz ucuyla baktı. Ayaklarını sürüyerek, kendini devasa dolabının içinde buldu. 'Acaba hangisini giysem?' sorusunu kendisine yöneltmeden, ilk gördüğü şortu ve CHB T-shirt'ünü üstüne geçirdi. Kollarını sarhoşçasına sallayarak ''Merhaba yeni gün.'' diye mırıldandı. ''Merhaba yeni kaltak melezler.''

Kulübesinin kapısını açınca, üzerindeki pembe boncuklar sallanarak şıngırdadı. Bunu umursamadan hızlıca kapıyı çarpan Pandora'nın içine doğan bir his, ona amfitiyatroya gitmesini söyledi. Gözlerini toprağa dikerek, kendini kimseye cevap vermek zorunda hissetmeden koşar adım ilerledi.

Birkaç dakikada, amfitiyatronun nemli taşlarında buldu Pandora benliğini. Antik Yunan havasına bürünen bu alan, yıllar önceki canlılığını koruyor gibiydi. Şu an burada kimsenin olmaması, çok şaşırtıcı ve garip bir durumdu aslında. İlyada'dan edindiği kazanımlardan, Truvalı Helen'in bir resmini getirdi gözlerinin önüne. Asil, güzel ve seksi... Kendisini onun yerine koyarak bacakları üstünde doğruldu. Sırtını dimdik tuttu ve içine dolan ani güvenle birlikte dans etmeye başladı. Gökyüzüne doğru haykırdı.

''Eğlence başlasın!''