Burası Poseidon çocuklarının en sevdiği yeri olabilirdi ama bu Dean’ın burayı sevmeyeceği anlamına gelmiyordu elbette. Yavaş adımlarla sahilin girişine girdi, gözlerini kısarak etrafta herhangi biri var mı diye kontrol etti, olmadığını anlayınca rahat bir nefes alarak kumsala doğru koştu. Ayakları suya girecek bir biçimde oturup ellerini destek olsun diye arkasına koydu. Ayak parmakları suyla temas ettiği anda zihnine anılar doluştu. Üvey babasının ağza alınmayacak davranışları, ikizi ile onu öldürüşleri… Ah. Daen’i görmeyeli ne kadar olmuştu? Zeus onları karmaşadan kurtaracaktı, ama ikizinden ayrılmak şartıyla. Ondan ayrıldıktan sonra nasıl nöbet geçirdiğini hatırladı. Her akşam işlediği cinayet rüyalarına giriyor, ona gün yüzü göstermiyordu. Rahatsızca olduğu yerde kıpırdandı. Omurgasından bir ürperti geçti. Sırf onun çocuğu diye Zeus’un onlara kıyak geçmesini beklemiyordu herhalde, değil mi? O Tanrıların Tanrısı’ydı, adalet getirmek onun göreviydi. Onlara farklı davranmasını beklemek aptalca olurdu. Doğrulup bağdaş kurdu. Dik durmak gerinmiş vücudunu gevşetip rahatlattı. İşaret parmaklarını şakaklarına bastırıp kafasından anıları kovmak istercesine ovaladı. Ama hatıralar sineklerin sarı ışığa çekilmesi gibi zihnine doluşuyordu. Aklına Daen’in yüzünün görüntüsü geldi, kendisiyle o tıpatıp aynıydılar, bu, ikiz olmalarından kaynaklanıyordu. Birlikte kendilerini normal insan sanırlarken görüntüleri geldi aklına. Birlikte başkalarını eleştirip normal bir insanmış gibi dedikodu yaparlardı. Gözü sahile vuran bir şeye çarptı, bu bir deniz kabuğuydu. En son nerede görmüştü bunu? Hah! En son Daen’le ve üvey babasıyla gittikleri yazlıkta görmüştü. İkiziyle birlikte çocukça bir hazine avı yaparken buna benzer bir deniz kabuğu bulmuşlardı. Bu önemsiz bir şeydi, neden Dean’ın aklına gelmişti? Çünkü o deniz kabuğuyla üvey babalarını öldürmüşlerdi. Adamın kafasına inip ölümcül darbe yapan oydu. Kafasını sallayıp ayağa kalktı. Onu bu düşüncelerden kurtaracak en iyi şeyin soğuk bir duş olduğunu düşünerek Zeus Kulübesi’ne koştu.